Connect with us

Otel

Ünlü Fransız Pasta Şefi Aurélien Rivoire, Shangri-La Bosphorus’a Geliyor

Dünyanın en çok Michelin yıldızına sahip ikinci şefi Yannick Alléno ile birlikte kurduğu Alléno & Rivoire Chocolatiers’in imza lezzetleri, 6-28 Şubat tarihleri arasında A Chocolate Lover’s Afternoon Tea ile misafirlerle buluşacak.

Yayınlandı

on

Ünlü Fransız Pasta Şefi Aurélien Rivoire, Shangri-La Bosphorus’a Geliyor | HORECA TREND

Beşiktaş’ın kalbinde rafine lüksün timsali  Shangri-La Bosphorus, Istanbul aşkın başkenti Paris’ten Alléno & Rivoire Chocolatiers’in kurucu ortağı ve pasta şefi Aurélien Rivoire’i konuk şef olarak ağırlayacağını duyurmaktan heyecan duyuyor. Şef Rivoire, Fransız pastacılık sanatını ve yeniliklerini sergileyerek, otelin usta şefleriyle birlikte hazırladığı A Chocolate Lover’s Afternoon Tea menüsü ile 6 Şubat itibarıyla misafirlerle buluşuyor. Dünyanın en çok Michelin yıldızına sahip şeflerinden biri olan Yannick Alléno ile birlikte hazırladığı Sevgililer Günü’ne özel Alléno & Rivoire koleksiyonu, kremalı ve çıtır dokuların mükemmel uyumuyla tasarlanan ‘Birch Hearts’ ve ‘Little Hearts’ ile en rafine damakları bile baştan çıkaracak duyusal bir şölen vaat ediyor.

Şekersiz ve Sağlıklı Çikolata Konseptiyle Çığır Açtılar

Alléno’nun mutfaktaki ustalığı ve Rivoire’in pastacılık yeteneğiyle, bu ikili çikolata tutkunları için alışılmışın dışında, daha doğal ve çok daha az şeker içeren yeni bir lezzet deneyimi sunuyor. Yıllardır titizlikle araştırılmış ekstraksiyon tekniği kullanılarak üretilen, nadir bulunan ve şeker kullanılmayan doğal çikolatalarıyla ünlü Chocolat Alléno&Rivoire, alışılmışın dışında bir lezzete sahip. Şekersiz çikolata konseptiyle çığır açan Aurelien Rivoire’in huş ağacından elde ettiği şeker ile tatlandırılan son derece sağlıklı ve olağanüstü lezzetli çikolataları, gastronomi tarihine damga vuruyor. Chocolat Alléno&Rivoire, son derece düşük glisemik indeksiyle (huş şekeri için 7, normal şeker için 70) ve rafine şeker içermemesiyle (yalnızca sukroz bulunur) en rafine damakların sağlığına bile saygı gösteren bir alternatif sunuyor.

Aurélien Rivoire, “Sağlıklı ve kaliteli çikolatalarla yaratıcı bir şekilde çalışmayı tercih ediyorum. Çikolatalarda, yeni yaklaşımımız sonucu devrim yaratan ‘huş şekeri’ni kullanıyoruz. Faydaları son derece büyük ve bugün bu mükemmel çikolatayı seçebiliyoruz, yani bizim için iyi olan ve çevreye duyarlı bir çikolata. Bu macerada Yannick Alléno ile birlikte çalışmak, yaratımlarımızda mutfağın yankılarını duymak ve sahip olduğumuz yaratıcılığı her zaman daha da ileriye taşımak demek” diyor.

 Alléno&Rivoire’den ‘Sevgililer Günü Koleksiyonu’ Türkiye’de

Dokuların büyüsünden ilham alan Yannick Alléno & Aurélien Rivoire’ın Sevgililer Günü koleksiyonu ile çikolata severlere benzersiz bir deneyim sunuyor. Kremalı ve çıtır dokuların mükemmel uyumuyla tasarlanan ‘Birch Hearts’ ve ‘Little Hearts’, en rafine damakları bile baştan çıkaracak duyusal bir şölen vadediyor.

Little Hearts, özenle hazırlanmış şık bir kutuda sunuluyor ve iki farklı sürpriz lezzet içeriyor. Kimi parlak ve kremsi vanilya havyarıyla doluyken, kimi kadifemsi pralin içinde çıtır pirinç patlağı ve şekerlenmiş zencefil parçalarıyla lezzeti zirveye taşıyor. Birch Heart ise 55% Ekvador çikolatasından yapılmış, üzerine zarif bir işlenmiş bir ağaç kabuğu görüntüsünde çıtır bir yapıya sahiptir. İçinde, kremamsı vanilya havyarı, dokular arasında mükemmel bir kontrast yaratır. Pürüzsüz dokusu ve yoğun aromasıyla çikolata severlere eşsiz bir tat deneyimi yaşatıyor.

A Chocolate Lover’s Afternoon Tea ile Fransız Pastacılık Sanatı

Şef Rivoire, Fransız pastacılık sanatını ve yeniliklerini sergileyerek, otelin usta şefleriyle birlikte hazırladığı A Chocolate Lover’s Afternoon Tea menüsü 6-8 Şubat tarihleri arası haftanın her günü 14:30-17:30 saatleri arasında Lobby Lounge’da misafirlere sunulacak. Hafta sonları da bu enfes lezzetlere canlı piyano performansı eşlik edecek. Menüde Fıstıklı Millefeuille, Kremalı Brioche, kremalı  gurme broche gibi lezzetler yer alıyor. Ayrıca Yannick Alléno’nun otellerindeki çay saatlerinin vazgeçilmez lezzeti olan ikonik Saint Honoré tatlısı ve Arte Vanille Café et Chocolat ( vanilya, kahve ve çikolatalı tart) da üç farklı doku, sıcak-soğuk kontrastıyla sıra dışı bir tat deneyimi sunacak.

Fıstıklı Millefeuille: Gurme lezzetlerin simgesi olan bu tatlı, misafirlerin önünde hazırlanıyor. Bol tereyağlı ve mükemmel çıtırlıkta milföy hamuru, yoğun ve rafine bir fıstık lezzetiyle buluşuyor. Son dokunuş olarak, huş ağacı şekeriyle tatlandırılmış özel fıstıklı sable kurabiyeleri ekleniyor. Milföyün katmanları ve ipeksi kreması arasında hassas ve zarif bir denge yakalanıyor.

Büyükannemin Çikolatalı Mousse’u: Kaşıkla servis edilen bu çikolatalı mousse, şefin çocukluk anılarının en tatlı yansıması. İlk kaşık, onu büyükannesinin mutfağına götürüyor. Taze yumurta beyazı ile çırpılan bu mousse, adeta hafif ve yumuşak bir bulut gibi. %70 kakao içeren yoğun ve karakteristik çikolatasıyla hem güçlü hem de zarif bir tat sunuyor. Birkaç tanecik fleur de sel ile lezzeti derinleşiyor, uzun süre damakta kalan kusursuz bir tat deneyimi sağlıyor.

Kremalı Brioche: Şekerli tart ve brioche arasında mükemmel bir denge kuran bu hamur işi, iki aşamalı fermantasyon sürecinden geçiyor. Servis tabağında doğrudan pişirilerek kabuğunun çıtır dokusu korunuyor.

Şekersiz Beze: Huş ağacı şekeri sayesinde inanılmaz hafif, neredeyse bulut gibi bir dokuyla hazırlanan bu beze, Fontainebleau kremasının yoğun ve zengin dokusuyla kusursuz bir uyum yakalıyor. Üst üste gelen bu iki doku, her lokmada unutulmaz bir gastronomik an yaratıyor.

Sıcak Çikolata: Kakao kabuğunun ekstraksiyonuyla hazırlanan bu sıcak çikolata, güçlü ve yoğun aromasıyla Alléno ve Rivoire’in imzasını taşıyor.

Aurélien Rivoire Hakkında

Lyon doğumlu Aurélien Rivoire, çocukluğunu Fransa’nın Collonges-au-Mont-d’Or bölgesine yakın bir yerde geçirdi. 2005 yılında pastacılık, şekerleme, dondurma ve çikolata yapımı alanında CAP diploması aldı, ardından pastacılık üzerine ek bir uzmanlık eğitimi tamamladı. 2008 yılında BTM diplomasını alarak BTM Ulusal Kupası’nda beşinci oldu. Yeteneği ve ustalığıyla öne çıkan Aurélien Rivoire, gastronomi dünyasının en prestijli mutfaklarında çalıştı. 21 yaşında, Lyon’daki Cour des Loges restoranında Anthony Bonnet’nin ekibine tatlı şefi olarak katıldı ve burada oldukça öğretici bir deneyim yaşadı. Daha sonra Paris’in seçkin mutfaklarında görev aldı: 2011’de Jérôme Banctel yönetimindeki Lucas Carton’un ekibine katıldı, ardından 2012’de Le Meurice otelinde Yannick Alléno’nun ekibinde yardımcı şef olarak çalıştı. Burada Camille Lesecq ve Cédric Grolet gibi büyük pastacılarla çalışma fırsatı buldu. 2014 yılında, Paris’te ve ardından Courchevel’deki üç Michelin yıldızlı Le 1947 restoranında, Yannick Alléno grubunun pastacılık şefi oldu ve önemli bir gastronomik bir meydan okumanın altına imzasını attı. 2015 yılında Pavillon Ledoyen’in baş pastacısı olarak göreve başladı ve sekiz yıl boyunca Yannick Alléno ile birlikte çalıştı. Yetenekleri Lebey Rehberi tarafından takdir edildi ve 2019 yılında “Dessert au Café” ödülünü kazandı. 2021 yılında ise Gault & Millau tarafından “Yılın Pastacısı” seçilerek modern pastacılığa kattığı yaratıcılığıyla büyük bir takdir topladı. 2021’in sonunda Aurélien Rivoire, Yannick Alléno ile güçlerini birleştirerek Paris’in 7. bölgesinde şekersiz çikolata konseptine sahip bir butik açtı. İki şef, huş ağacı kabuğu özüyle tatlandırılmış gurme çikolatalar sunarak benzersiz bir deneyim yarattı. 2023 yılında ikinci butiklerini Paris’in 6. bölgesinde açtılar ve Galeries Lafayette Le Gourmet’de bir satış noktası oluşturdular. Aynı yıl, Saint-Émilion ile mükemmel bir uyum yakalayan “Plaquette Terroir de France” kreasyonları, Fou de Pâtisserie tarafından “Yılın Çikolata Kreasyonu” ödülüne layık görüldü.

Yannick Alléno Hakkında

Yannick Alléno, çocukluk yıllarını ailesinin işlettiği bistroyla iç içe geçirerek mutfak dünyasına adım attı. Burada edindiği paylaşım ve samimiyet duygusu, mutfağının temel taşlarını oluşturdu. Geleneksel Fransız mutfağını modern tekniklerle yeniden yorumlayan Alléno, Auguste Escoffier’den ilham alarak mutfak sanatına kendi özgün dokunuşunu kattı. Sosları gastronominin merkezine geri taşıdı, ancak bu kez ekstraksiyon, fermantasyon ve kriyo-konsantrasyon gibi yenilikçi yöntemler kullanarak tatların özünü en saf haliyle ortaya çıkardı. Soslarını, malzemeleri birbirine bağlayan ve tatları etkileşime sokan birer parfüm gibi tasarladı. 2008 yılında kendi adını taşıyan Alléno Grubu’nu kurarak uluslararası arenaya açıldı. Gastronomi ve hizmet anlayışına yenilikçi bir bakış açısı getirerek, misafirlerine sadece olağanüstü lezzetler değil, aynı zamanda unutulmaz deneyimler sunmayı hedefledi. 2014’te Paris’teki Pavillon Ledoyen’in işletmesini devralarak Alléno Paris’i açtı. Yalnızca yedi ay içinde restoran, MICHELIN Rehberi tarafından üç yıldızla ödüllendirildi. Pandemi sonrası, her misafir için özel olarak tasarlanan bir deneyim sunan Conciergerie de Table hizmetini geliştirdi. Pavillon Ledoyen çatısı altında, 2020’de iki Michelin yıldızı kazanan sushi bar L’Abysse ve bir yıldız alan gastronomik bar Pavyllon ile gastronomi sahnesinde çığır açtı. Bu vizyonuyla Pavillon Ledoyen’i dünyanın en çok Michelin yıldızına sahip bağımsız restoranı haline getirdi. 2017’de, Courchevel’deki Le 1947 restoranı da üç Michelin yıldızı kazanarak Alléno’yu aynı anda iki üç yıldızlı restoran sahibi yapan şeflerden biri haline getirdi. Mükemmel lezzet arayışını yerel terroir ile bütünleştiren Alléno, Pavyllon konseptini Paris, Monaco ve Haziran 2023 itibarıyla Londra’da hayata geçirdi. Japon mutfağına duyduğu tutku doğrultusunda, 2024’te Monaco ve Osaka’da iki yeni L’Abysse restoranı açarak Fransız ve Japon mutfak tekniklerini bir araya getirdi. Bugün 17 restoran ve 15 Michelin yıldızı ile Yannick Alléno, dünyanın en çok Michelin yıldızına sahip ikinci şefi konumunda.

Kaynak: HORECA TREND ve Shangri-La Bosphorus, Istanbul

Tamamını Oku
Reklam
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Otel

Ankara’da Yanan Odun Ateşi: Şef Emre İnanır ile Yaşayan Mutfak Deneyimi

Çırağan Sarayı’ndaki başarılarının ardından Intercontinental Grand Ankara’ya transfer olan ödüllü şef Emre İnanır, gastronomiye dair görüş ve deneyimlerini HORECA TREND Genel Yayın Yönetmeni Elif Akın Yüksel’e aktardı. Başkentte yeni bir döneme hazırlanan İnanır, Intercontinental Grand Ankara’daki projelerini ve planlarını paylaştı.

Yayınlandı

on

Ankara’da Yanan Odun Ateşi: Şef Emre İnanır ile Yaşayan Mutfak Deneyimi | HORECA TREND

Gastronomiye olan ilginiz nasıl gelişti? Yemeği hayatınızın merkezine almanızda ve bu mesleği seçmenizde sizi motive eden unsurlar nelerdi?

Yaklaşık 23-24 sene oldu bu mesleğe başlayalı. Anne tarafımın Bolulu olmasından ziyade dedemin esas bu mesleğe olan aşkı ve hırsı beni heyecanlandırdı, oraya doğru itti. Bizim çocukluğumuzda, çoğu ailenin hafta sonları futbol ya da siyaset konuştuğu ortamların aksine, evimizde yemek, mutfak içi süreçler ve diğer otel mutfakları üzerine sohbet edilirdi. Daha sonrasında sanatsal bakılan bir işi dedemin de heyecanıyla, disipliniyle, sistemiyle yürütmesinden kaynaklı olarak bu sektöre adım atmayı tercih ettim.

Menü tasarlarken size en çok neler ilham veriyor? Yerel ürünler, mevsimsellik ya da dünya mutfaklarının etkisi menü oluşturma sürecinizde nasıl bir rol oynuyor?

İnsanları heyecanlandırmayı seviyorum; orda mutfaktaki ekibimizin de bir olup daha çok yenilikçi şeyler çıkmasını istiyorum. Mesleğe ilk başladığım günden beri klasiğin dışına çıktım. Bir ot, bir sebze gibi ürünlere yer veriyorum, sadece et ve balıkla sınırlı kalmıyoruz. Bulduğumuz farklı ürünleri önce ekip içinde tartışıyoruz, nasıl yemeklerimize uyarlayabiliriz diye. Daha sonra uyarladığımız o ürünleri menüye enjekte ediyoruz. Düzenli olarak gelen misafirlerimize bu yenilikleri tattırıyoruz; aldığımız olumlu geri bildirimlere göre menümüzü şekillendiriyoruz. Ayrıca gıda kimyası üzerine bir yaklaşım geliştirdik. Yalnızca ürünün pişip pişmemesi değil, suyun kaynama derecesinin altında gerçekleşen kimyasal reaksiyonları da genç yeteneklerimize öğretiyoruz. Çünkü suyun kaynaması sadece bir fiziksel olay değildir; içinde pek çok kimyasal dönüşüm barındırır. Gıda kimyasını bilmek ve uygulamak, lezzetin gerçek anlamda ortaya çıkmasını sağlıyor. Üründeki disakkaritleri ve doğal glikozları açığa çıkararak hazırladığımız yemekler, gıdanın öz lezzetini yansıtıyor. Ne yazık ki günümüzde gıdaların gerçek tatları zarar gördü. Bir zamanlar salatalık kesildiğinde mutfakta yayılan mis gibi kokular artık pek hissedilmiyor. Biz ise Osmanlı mutfağından aldığımız ilhamı yeni dünya teknikleriyle birleştirerek bu doğal tatları yeniden canlandırmaya çalışıyoruz.

Ankara’da Yanan Odun Ateşi: Şef Emre İnanır ile Yaşayan Mutfak Deneyimi | HORECA TREND

Tedarik süreciniz nasıl işliyor? Hangi ürünleri, nasıl temin ediyorsunuz? 

Sezonsallık bizim için çok önemli. Buraya geldiğimizden beri birçok firmayla görüşüp ürünlerini denedik. Ülkemizde standart bir tedarik zinciri olmadığı için bugün bulduğunuz biberi gelecek hafta bulamayabiliyorsunuz. Bu nedenle menü tasarlarken en çok mevsimselliğe dikkat ediyoruz. Örneğin kışın kış sebzeleri, baharda ise bahar sebzelerini kullanıyoruz. Tedarikçilerimiz de sürekli değişiyor; bu sayede hem onların rehavete kapılmasını önlüyor hem de biz farklı alternatiflere açık kalıyoruz.

Michelin, Gault & Millau, Creative People Talks & Hospitality Awards gibi birçok seçkide yer aldınız ve uluslararası ödülün sahibi oldunuz. Böylesine ciddi başarılar bir şef için ne ifade ediyor? İlk büyük başarılarınızı elde ettiğinizde iç sesiniz size ne söyledi? Neler hissettiniz? Şimdi neler hissediyorsunuz?

Aslında hedeflerimize tam olarak ulaşamadığımızı düşünüyorum. Bunlar tabi ki büyük başarılar, inkar edecek halimiz yok. Güçlü bir duruş sergiledik orada. Ama hedeflerimiz her zaman bir üst kademeydi. Örneğin Michelin listesine girdik ama esas hedefimiz yıldız almaktı. Gault & Millauda  3 şapka aldık, ama hedefimiz 4 şapka almaktı. Bocuse dOrda ilk Türkiye şampiyonu olduk; daha sonra Avrupaya gidip ilk 10a girmekti hedefimiz ama giremedik. Tabii ki bu başarılar bizi mutlu etti, gururlandırdı ama esas hedeflerimiz bunların üzerindeydi. 

Türkiyede gastronomi turizmi son yıllarda önemli bir ivme kazandı. Ancak önümüzde daha uzun bir yol var… Bu noktada Türkiyeyi gastronomi turizminde daha iyi bir noktaya taşıyabilmek için neler yapılmalı?

Gastronomi bir kültürdür ve Türkiyenin mutfağı uluslararası platformlarda daha doğru tanıtılmalıdır. Türk mutfağı aslında çok güçlü olmasına rağmen Avrupada çoğu kişi onu sadece agresif” buluyor. Oysa İskandinav mutfakları sadelik ve tazelik üzerine kurulu, esnek yapıları sayesinde de daha yenilikçi ve turizmde avantajlı. Bizim mutfağımızda baharatlar çok önemli; içli köfteden pilava kadar yoğun baharat kullanımı Avrupa mutfaklarında görülmeyen bir yaklaşım. Fransız mutfağı köklü ama değişime kapalıdır; İskandinavlar ise toprağın sunduğu ürünü sade ve doğru biçimde sunarak öne çıkıyor. Bu esneklik onlara uluslararası alanda üstünlük sağlıyor.

Otel mutfaklarında dünyada en çok hangi gastronomi trendleri öne çıkıyor? Türkiye bu trendleri yakalayabiliyor mu? Türkiyede oteller genellikle şehir merkezinde değil, şehirden ayrı ve daha çok yabancı turistleri ağırlayan yapılar olarak görülüyor. Peki bu trendler şehrin içine girebiliyor mu? Otellerin, bulundukları şehrin gastronomisine katkısı oluyor mu?”

Otel restoranlarının en büyük hatası, misafirleri resepsiyon üzerinden restorana yönlendirmek; bu durum dışarıdan gelenler için itici görünüyor. Sokaktan bağımsız girişi olan otel restoranları ise daha samimi, dışarıya açık ve daha fazla müşteri çekiyor. Şehir gastronomisine önemli katkı sunan otellerin geçmişteki uygulamaları ise turizme zarar vermiş: 25–30 yıl önce Beşiktaş’a gelen cruise yolcularına, taksilerde ve restoranlarda turistlere aşırı fiyat uygulandığı için dışarıda yemek yemeyin” uyarısı yapılırmış. Bu tür aşırı fiyatlandırmalar turistlerin yerel mutfağa ilgisini azaltmış.

Konsiyerjlerin tavsiyeleri de sorunlu; genellikle en çok komisyon veren restoranlara turist yönlendirilirken, kaliteli ama ödeme yapmayan fine-dining mekânlar geri planda kalıyor. Bu nedenle birçok yabancı turist Türkiyeyi sadece kebap ve rakıyla özdeşleştiriyor, mutfağın zengin çeşitliliği tanıtılamıyor.

Sürdürülebilirlik sizin için oldukça önemli. “Sebze atıklarını baharata dönüştürmek veya kök sebze atıklarını doğaya geri kazandırmak gibi sürdürülebilir yöntemleriniz var. Bu alandaki çalışmalarınızın detaylarını öğrenebilir miyiz?

Sıfır atık prensibini uyguluyoruz. Balık kafalarından kemiklerine, kuyruklara kadar her şeyi değerlendiriyoruz. Sebze kabuklarını kurutup baharat haline getiriyoruz; kendi baharat karışımlarımız oldu. Sebzelerin sap kısımlarını da eskiden annelerimizin yaptığı gibi altlık yapıyoruz. Amacımız mutfağı hiç israf etmeden kullanmak. Porsiyonları insanların yiyebileceği kadar ufaltıyoruz. Lokal bir ürün varsa ona ulaşmaya çalışıyoruz. Kadın üreticilere erişmeye çalışıyoruz. Bunlar hep sıfır atıkla, sürdürülebilirlikle olan şeyler. Kabukların çöpe gitmemesi bizleri çok mutlu ediyor. Belirli bir bilinçlendirme sağlandı ve artık ekip kendi inisiyatifini kullanıyor.

Ankara’da Yanan Odun Ateşi: Şef Emre İnanır ile Yaşayan Mutfak Deneyimi | HORECA TREND

Intercontinental Grand Ankaradaki göreviniz hayırlı, uğurlu olsun. Ankaraya hoş geldiniz. Ankara, HORECA TREND için önemli bir şehir. Tüm ekibimiz Ankarada ve Ankarayı seviyoruz. Ankaranın gastronomi odağında çok iyi bir potansiyeli var. Bu potansiyelin gerçekleşmesinde sizin de değerli katkılarınız olacak mutlaka. Samimi olarak, Ankarayı nasıl buldunuz? Neler yapılabileceğini düşünüyorsunuz?

Ankara biraz bakir kalmış. İnsanların damak tatları belli kalıpların içine sıkışmış. Örneğin birisi 30 yaşına kadar belli yemekleri tüketirse damak tadı gelişemez. Burada meyhane ve kebap kültürü çok yaygın ve insanlar artık farklı tatlar arıyor. Yeni kuşak sıkılmış durumda aynı şeyleri yemekten. Ankara’da yenilik yapanlar kazanıyor. Biz de burada lokal ürünlerle, seasonal (mevsimsel) ürünlerle ve Osmanlı reçeteleriyle hareket edeceğiz. Fakat burada şöyle bir değişiklik yapacağız. Biz burada ızgaramızdan fırınımıza kadar her şeyi odunla pişireceğiz, canlı ateş konsepti olacak. Her şey canlı canlı pişecek. Zaten göçebe bir mutfak olduğumuz için, biraz da onu yansıtmak istiyoruz. Ürünlerimizi kendimiz füme ediyoruz. Amacımız konuklarımıza yaşayan bir lezzet, bir yemek sunabilmek.

Ankara’da Yanan Odun Ateşi: Şef Emre İnanır ile Yaşayan Mutfak Deneyimi | HORECA TRENDSon olarak, dünyada trend sadeleşmeye gidiyor. Türk mutfağında sadeleşmeye uygun, tabakta çıkaracağınız bir yemek olsa hangisi olurdu?

Antep’in “çağla aşı” yemeği buna çok uygun olurdu, çok lezzetli bir yemek. Buradaki ustalar kendi topraklarından yetiştirdikleri sebzeleri kullanıyor, fabrikasyon yok. Eğer bir pazı kullanacaksa kendi toprağından çıkartıyor. Otel mutfaklarından bahsetmiyorum. Oradaki otel mutfakları da bizim otel mutfakları gibi biraz daha hızlı üretime geçiyor. Restoranların kendi bahçeleri var, taze ürün kullanıyorlar. 

Bazı şefler yemeklerine tuz bile eklemiyor. Deniz kıyısına kurulan seralarda, dalgaların vurmasıyla sebzelerin üzerine düşen tuz sayesinde, sebzeler büyürken doğal olarak tuzu içlerine alıyor. Şefler de bu sebzeleri yemeklerinde kullanıyor. Çok doğala gitmek gerekiyor; doğal tuz, doğal lezzetler…

Bizde hep yoğun baharat ve acı oluyor. Baharatlar ana ürünün önüne geçtiğinde o yemeğin özü kayboluyor. Örneğin, modern olsun diye portakallı zeytinyağlı kereviz yapılıyor. Yediğinde portakal tadı baskın geliyor, adeta portakal yemiş gibi hissediyorsun. Peki kereviz nerede? Esas temayı kaybediyoruz.

Vedat Milorla yaptığımız bir röportajda, Türk mutfağının en büyük eksiğinin şarap olduğunu söylemişti. Siz şarap konusunda ne düşünüyorsunuz? Kültürümüzde yer almamasının, yemek deneyimine bir zararı oluyor mu?

Ben kendisine katılmıyorum kesinlikle. Türkiyede çok iyi şaraplar var; eşleşme konusunda biraz zamana ihtiyacı var belki. Ama rakıyla da çok iyi yemekler sunulabiliyor. Geçmişte şarap fıçılarıyla bir Atamız varmış, şarap mahzenleri varmış.. Rakıyla da eşleşme yapılan bir sürü yemek var; sadece meze değil ki! Sadece anason da agresif olduğu için biraz baskın geliyor. Onu doğru lezzetlerle kıyaslamak lazım. Çanakkalede, Ayvalıkda, Kapadokyada, Kalecikte çok sayıda mahzenlerimiz var. Buradaki iyi restoranların hepsinde şarap servis ediliyor.

Kaynak: HORECA TREND

Tamamını Oku

Otel

Dedeman Hospitality’den Rekor Büyüme: 2 Ayda 10 Yeni Otel

Türkiye’nin en köklü otel zincirlerinden biri olan Dedeman Hospitality, 59 yıllık deneyimiyle 2025 yılının son çeyreğine güçlü bir büyüme hamlesiyle giriyor. Marka, yalnızca 2 ay içinde gerçekleştireceği 10 yeni otel açılışıyla, Türkiye’nin dört bir yanında büyüyen güçlü varlığını yeni noktaları ile pekiştirecek.

Yayınlandı

on

Dedeman Hospitality’den Rekor Büyüme: 2 Ayda 10 Yeni Otel | HORECA TREND

Van’dan Çanakkale’ye, Konya’dan İzmir’e, Bursa’dan Sapanca’ya uzanan bu büyüme rotasında; Park Dedeman Van, Park Dedeman Şişli, Park Dedeman Midyat, Remida Managed by Dedeman Çanakkale, Park Dedeman Konya, Park Dedeman İzmir, Rest & More by Dedeman Sky Tower Bursa, Park Dedeman Bursa, Şeref Han Konağı Managed by Dedeman Kütahya ve Rest by Dedeman Sapanca yer alıyor. Her biri kendi konseptine sahip bu yeni oteller misafirlerin farklı ihtiyaç ve beklentilerine yanıt verirken, bulundukları şehirlerin ruhunu Dedeman misafirperverliği ile buluşturmaya hazırlanıyor.

Köklü Bir Miras, Geleceğe Yön Veren Bir Vizyonla Büyüyor

Dedeman Hospitality Yönetim Kurulu Başkanı Ergün Demiray, markanın büyüme stratejisini şu sözlerle değerlendiriyor:“Dedeman olarak her zaman ülkemizin turizm potansiyeline ve bu toprakların misafirperverlik geleneğine güveniyoruz. Bugün attığımız her adımda, köklü mirasımızdan aldığımız gücü çağın gereksinimleriyle birleştiriyoruz. Büyüme bizim için bir hız yarışı değil; doğru zamanda, doğru adımlarla ilerlemeyi gerektiren bir yolculuk.Amacımız, her yaşa ve her beklentiye hitap eden farklı deneyimler sunarken, kaliteden ödün vermeden sürdürülebilir bir büyüme modeli ortaya koymak. Bunu da iş ortaklarımızla, ekip arkadaşlarımızla ve misafirlerimizle büyük bir aile olmanın bilinciyle yapıyoruz. Dedeman Hospitality çatısı altında hedefimiz; Türk misafirperverliğini modern bir anlayışla geleceğe taşımak ve hem ülkemizde hem dünyada bu değeri gururla temsil etmek.”

Dedeman Hospitality, altmış yıla yaklaşan geçmişiyle Türk turizminin hafızasında yalnızca bir marka olarak değil, bir kültürün taşıyıcısı olarak yer alıyor. Bugün attığı her adımda, köklü mirasını geleceğin dinamikleriyle buluşturarak, değişen beklentilere uyum sağlayan ama özünden ödün vermeyen bir anlayışı temsil ediyor.

“Herkesin Dedeman’ı” mottosunun ardında, misafir deneyimini kişiselleştiren, sürdürülebilirlik ilkelerini iş modelinin merkezine yerleştiren ve dijital dönüşümü hizmet kalitesine entegre eden bir vizyon bulunuyor. Dedeman Hospitality, her markasıyla yalnızca konaklama değil; buluşma, paylaşma ve ilham alma noktaları yaratıyor. Geleceğe dönük tüm yatırımlarında temel amaç, Türk misafirperverliğini uluslararası standartlarda yeniden tanımlamak ve bu değeri yeni nesillere aynı samimiyetle aktarmak.

Türkiye’nin dört bir yanında yükselen Dedeman imzası, aslında bir büyüme hikâyesinden fazlasını; köklü bir mirasın tutkulu bir vizyonla geleceğe yürüyüşünü simgeliyor.

Kaynak: HORECA TREND ve Dedeman Hospitality

Tamamını Oku

Otel

Vakko Hotel Sumahan Bosphorus Michelin Key İle Ödüllendirildi

Boğaz’ın zarafeti, Vakko’nun mükemmellik anlayışıyla buluştu. Vakko Hotel Sumahan Bosphorus, otellerin tasarımı, estetik karakteri ve sunduğu özgün deneyimler üzerinden değerlendirilen Michelin Key listesinde yerini aldı.

Yayınlandı

on

Vakko Hotel Sumahan Bosphorus Michelin Key İle Ödüllendirildi | HORECA TREND

Vakko’nun lüks konaklama dünyasındaki seçkin temsilcilerinden Vakko Hotel Sumahan Bosphorus, dünyanın en saygın konaklama değerlendirme platformlarından Michelin Guide tarafından verilen Michelin Key ödülüne layık görüldü.

Michelin Guide tarafından 2024 yılında başlatılan Michelin Key programı, gastronomi alanındaki Michelin yıldızlarının otelcilik dünyasındaki karşılığı olarak kabul ediliyor. Bu özel seçki; otellerin karakterini, mimari zarafetini, tasarımını, servis kalitesini ve misafirlere sunduğu özgün deneyimi değerlendiriyor.

Vakko’nun “modadan yaşam tarzına” uzanan vizyonunu yansıtan Vakko Hotel Sumahan Bosphorus, Boğaz’ın büyüleyici atmosferinde sunduğu estetik, konfor ve misafirperverliğiyle bu seçkin listeye Türkiye’den giren sayılı oteller arasında yer alarak fark yarattı.

Vakko Yönetim Kurulu Başkanı Cem Hakko, bu önemli başarıya ilişkin olarak şunları söyledi:

“Vakko olarak, modada olduğu gibi konaklama dünyasında da mükemmelliği, özgünlüğü ve zarafeti odağımıza alıyoruz. Vakko Hotel Sumahan Bosphorus’un Michelin Key ile ödüllendirilmesi, markamızın ‘lüks bir yaşam kültürü’ yaratma vizyonunun uluslararası platformda da takdir gördüğünün en anlamlı göstergesi oldu.”

Tarihi 19. yüzyıla dayanan, architecture + associés mimarlık şirketi tarafından tasarlanan Vakko Hotel Sumahan Bosphorus; Boğaz’ın kıyısında, modern lüksle tarihi dokuyu buluşturan benzersiz mimarisiyle dikkat çekiyor. Oteldeki her detay, Vakko’nun estetik çizgisi ve misafirlerine sunduğu “kişiye özel deneyim” anlayışıyla şekilleniyor.

Vakko Le SpecialitàCaviar Kaspia ve Vakko L’Atelier Patisserie ile gastronomide de imzasını atan otel, aynı zamanda Small Luxury Hotels of the World koleksiyonunda yer alıyor. Tüm personeli, Vakko School of Hospitality and Service bünyesinde, dünyanın önde gelen otelcilik okulu EHL standartlarında eğitim almış profesyonellerden oluşuyor.

Michelin Key, Vakko Hotel Sumahan Bosphorus’un yalnızca bir otel değil, Türk misafirperverliğini çağdaş lüks anlayışıyla birleştiren bir deneyim noktası olduğunun da tescili niteliğinde.

Kaynak: HORECA TREND ve Vakko Hotel Sumahan Bosphorus

Tamamını Oku

Popüler Haberler

Copyright © 2025 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır.
İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.