Connect with us

Çevre

Türkiye, Suyun Yüzde 40’ını Şebekelerde Kaybediyor

Türkiye’de suyun yüzde 40’ı fiziki sebeplerden dolayı kullanıcılara ulaşmadan şebekelerde kaybediliyor. Bu da yaklaşık 2 milyar m³ temiz suya yani yaklaşık 30 milyon kişinin bir yıllık su ihtiyacına karşılık geliyor.

Yayınlandı

on

22 Mart Dünya Su Günü kapsamında açıklamalarda bulunan Masdaf Genel Müdürü Vahdettin Yırtmaç, Türkiye’de su kaynaklarının sürdürülebilirliğini sağlamak için yüzde 40’ı şebekelerde kaybedilen suyun kazanılması için yapılması gerekenlere dikkat çekti.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye, yılda kişi başına düşen 1.519 m³’lük su miktarı ile ‘su sıkıntısı çeken’ bir ülke.

Pompa sektörünün yarım asırlık lider firması Masdaf’ın Genel Müdürü Vahdettin Yırtmaç, Türkiye’de su kaynaklarının sürdürülebilirliğini sağlamak için yüzde 40’ı şebekelerde kaybedilen suyun kazanılması konusunda yapılması gerekenleri açıkladı:

Suyun Yüzde 40’ı Şebekelerde Kaybediliyor

“Barajlarda bulunan ham su, iletim hattıyla arıtma tesislerine oradan haznelere ve şebekeler yardımıyla da evlerimize ulaşıyor. Ancak Türkiye’de suyun yüzde 40’ı fiziki sebeplerden dolayı şebekelerde kaybediliyor. Bu da yaklaşık 2 milyar m³ temiz suya yani yaklaşık 30 milyon kişinin bir yıllık su ihtiyacına karşılık geliyor.

Su kaynaklarını doğru yönetmek ve suyun kullanıcılara ulaşmadan kaybolmasını önlemek konusunda yerel yönetimlere önemli roller düşüyor. Çünkü yerel yönetimler, suyu evlere taşıyan şehir şebekelerini doğru sistemler ile yöneterek bu kayıpların önüne geçebilir. Bu kapsamda şebeke suyunu basınçlandırmak için kullanılan pompalar ile suyu taşıyan boruları doğru seçmek ve bakımlarını ihmal etmemek gerekiyor.

Eski Pompalar Yüzde 40 Daha Fazla Enerji Tüketiyor

İdeal verimlilik seviyesinin yüzde 20 altında çalışan eski ve yıpranmış pompalar su israfının yanı sıra enerji israfına da neden oluyor. Çünkü aynı hacimde su pompalamak için yüzde 40 daha fazla enerji tüketiyor. Bu nedenle eski pompa sistemlerini, yüksek verimli ve elektronik olarak kontrol edilen yeni pompalarla değiştirmek gerekiyor. Yenilenen sistem hem iki yıl içinde kendini amorti ediyor hem de yüzde 40 daha az enerji tüketiyor.

Şehir Şebekelerinde Kullanılan Borulara Dikkat!

Şehir şebekelerindeki kayıpları önlemek için yalnızca akıllı pompa teknolojileri ile suyu basınçlandırmak da yeterli değil, bir diğer önemli parametrenin de şehir şebekelerinde kullanılan borular olduğunu söyleyebiliriz. Eğer sistemdeki borular eski ve yıpranmış ise patlama veya delinme gibi sorunlar yaşanabiliyor.

Akıllı Pompa Teknolojileri ile Doğru Basınçlandırma Yapılmalı

Borularda yaşanan patlama veya delinmenin nedenlerinden bir diğeri ise uzun boru hatlarındaki kayıpları karşılamak amacıyla şebekenin çıkış noktalarına yerleştirilen pompalardaki basınçların yüksek tutulması oluyor. Bu nedenle alt yapı sistemlerini bir bütün olarak değerlendirip, mühendislik hesaplamalarını doğru yapmak gerekiyor.

Kullanım ömrü 10 yılı aşan pompaları, akıllı pompa teknolojileri ile yenileyerek doğru basınçlandırma yapmak, kaçakları tesit edip boruları yenilemek şebekelerden kaynaklı su israfını önleyecek bir çözüm olacaktır.” dedi.

Masdaf Hakkında

1977 yılında suyun ve enerjinin etkin kullanılması ve bu sayede yaşam kaynaklarının korunması ilkesiyle ve yüzde 100 yerli sermaye ile kurulan Masdaf, enerji verimliliği sağlayan, çevreci ve inovatif “pompa teknolojileri” üretmektedir.

Pompa sektörünün öncü markası Masdaf, 40 bin metrekare alan üzerine kurulan Düzce fabrikası ile 12 bin metrekare alan üzerine kurulan Tuzla fabrikasında; endüstriyel proseslerde, sulama, ısıtma ve soğutma sistemlerinde, gemi sanayinde, atık su transferinde, yangın söndürme işlemlerinde, petro-kimya sanayinde, tarımsal sulamada ve daha birçok alanda kullanılmak üzere santrifüj pompa imalatı yapmaktadır.

Masdaf, Türkiye genelinde ki yaygın bayi ve servis ağıyla, pompa teknolojileri alanında en iyi hizmeti, en kısa zamanda sunmayı misyon edinmiştir.

ERP direktiflerine uygun olarak geliştirilen, yüksek verimli pompa sistemlerini 70’ten fazla ülkeye ihraç eden Masdaf, bu ülkelerde kurduğu distribütörlük ve servis ağıyla da Türkiye’nin global markası olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir.

Kaynak: HORECA Trend ve Masdaf

Tamamını Oku
Reklam
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çevre

Mavi Atlas: Türkiye’nin İlk Dijital Su Altı Haritası

Anadolu Efes ve Deniz Yaşamını Koruma Derneği (DYKD), denizlerin korunması adına yürüttükleri “Denize +1 Nefes” projesini, vatandaş katılımını odağına alan Mavi Atlas uygulamasıyla yeni bir boyuta taşıdı. Mavi Atlas sayesinde herkes, deniz canlılarına dair gözlemlerini konum bilgisiyle birlikte sisteme kaydedebiliyor.

Yayınlandı

on

Aldığımız her üç nefesten ikisini denizlere borçluyuz. Ancak o nefesi sağlayan deniz altı ekosistemleri, iklim krizi ve insan baskısı gibi nedenlerle her geçen gün daha kırılgan hale geliyor. Nitekim WWF’in “2024 Yaşayan Gezegen Raporu”na göre dünyada son 50 yılda, izlenen deniz canlılarının popülasyonlarında ortalama yüzde 56 düşüş yaşandı.

Bu çarpıcı veri tek başına bile, deniz yaşamını korumanın önemine dikkat çekiyor. Ekosistemlerin geleceği için bireylerin de sunabileceği önemli katkılar var. Anadolu Efes ve Deniz Yaşamını Koruma Derneği (DYKD) iş birliğinde 2022 yılında başlatılan “Denize +1 Nefes” projesinin dördüncü fazı bu anlayışla hayata geçirildi. Bu yeni aşamada, DYKD’nin geliştirdiği ve Anadolu Efes’in desteğiyle hayata geçirilen Mavi Atlas uygulaması kamuoyuyla paylaşıldı.

Türkiye’nin ilk dijital su altı biyoçeşitlilik haritası olacak uygulama, profesyonel dalgıç ve denizcilerin yanı sıra vatandaş katılımı ile de oluşturulacak. Uygulama sayesinde kullanıcılar, deniz canlılarına ilişkin gözlemlerini, konum bilgisi ve görsellerle birlikte sisteme kaydedebilecek. Sahadan toplanan veriler, uzmanlar tarafından incelenerek, sistemdeki yerini alacak. Bu verilerin, iklim modellemesi ve yeni deniz koruma alanlarının belirlenmesi gibi bilimsel ve stratejik çalışmalara katkı sunması da hedefleniyor.

Bununla birlikte, vatandaşlar, uygulama üzerinden deniz canlıları hakkında bilgi edinebiliyor. Bu sayede sadece deniz altı yaşamı belgelenmiyor; aynı zamanda doğa ile kurulan bağ güçleniyor ve toplumsal farkındalık artıyor. Kullanıcılar, uygulama aracılığıyla hem bilgileniyor hem de denizlerin aktif birer koruyucusuna dönüşüyor.

Anadolu Efes Bira Grubu Başkanı ve CEO’su Onur Altürk, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“56 yıl önce Anadolu topraklarında doğmuş bir şirket olarak bugün bayrağımızı 70’ten fazla ülkede dalgalandırıyoruz. Toplumu, çevreyi ve tüm paydaşlarımızdan oluşan ekosistemimizi güçlendirme hedefiyle uzun vadeli değer yaratacak projelere odaklanıyoruz. Sorumlu, bilinçli ve sürdürülebilir bir geleceğe katkı sunmak için çalışıyoruz.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2022 verilerine göre, biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü önümüzdeki on yılın en büyük üç küresel riski arasında yer alıyor. Yaptığımız önceliklendirme analizlerinde paydaşlarımızın nezdinde bu konunun daha da öne çıkmaya başladığını gördük.  Bu kapsamda 2022’de DYKD ile başlattığımız Denize +1 Nefes projesiyle Marmara’daki mercanlara yeniden hayat verebilmek için yola çıkmaya karar verdik. Yeni mercan bahçeleri oluşabilmesi için adımlar attık, bununla birlikte su altına izleme sistemleri kurduk.

Bu yıl ise çabamızı daha da ileri taşıyıp Mavi Atlas uygulamasına destek vererek su altı yaşamının haritasının çıkarmasına katkı sağlıyoruz. Bu yalnızca bir bilimsel veri projesi değil, aynı zamanda doğayla kurduğumuz ilişkiyi yeniden tanımlamak için bir yolculuk, kolektif hafıza ve hepimize yöneltilmiş bir çağrıdır.”

DYKD Başkanı Volkan Narcı ise şu ifadeleri kullandı:

“Mavi Atlas uygulamasının temel amacı, denizlerde ve sulak alanlarda yaşayan canlıların dijital olarak kayıt altına alınması, korunması gereken alanların görünür kılınması ve toplumsal farkındalığın artırılmasıdır. Bu konuyu bu kadar önemsememizin nedeni, yalnızca Akdeniz’e baktığımızda bile son 50 yılda toplam balık popülasyonunun yüzde 34 oranında azalmış olmasıdır.

Deniz yaşamını korumak; doğa, iklim ve gelecek için bir zorunluluk. Mavi Atlas, bu çabanın bir parçası olarak doğayı birlikte izlemek, belgelemek ve kolektif bir hafızaya dönüştürmek amacı taşıyor. Denizlerimizdeki türlerin izini sürecek olan bu dijital günce; denizleri korumanın yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda kültürel, ekonomik ve etik bir sorumluluk olduğunu da hepimize hatırlatıyor.

Denize +1 Nefes projesi bugüne dek mercan nakli, su altı ses kayıtları, izleme sistemleri gibi öncü uygulamalara imza attı. Mavi Atlas ile birlikte bu çalışmalar daha geniş kitlelere ulaşacak, deniz yaşamına dair veri tabanı zenginleşecek ve korunması gereken alanlar çok daha net biçimde ortaya konabilecek.”

Tarım ve Orman Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün de paydaşı olduğu bu proje, kamu-özel sektör-STK iş birliğinin deniz ekosistemlerinin korunmasındaki rolünü de somut biçimde ortaya koyuyor.

Kaynak: HORECA TREND ve Anadolu EFES, Anadolu Efes ve Deniz Yaşamını Koruma Derneği (DYKD)

Tamamını Oku

Çevre

“İklim Kanunu” Meclis’ten Geçti

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda kabul edilen İklim Kanunu, her geçen gün şiddetini artıran iklim krizine karşı adil ve etkili bir mücadele aracı olmaktan uzak kaldı. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, toplum ve doğa yararına politikalar içermesi gereken yasaya ilişkin “TBMM’den geçen İklim Kanunu ile kaybeden doğa ve insan oldu. Bu kanun, toplumu ve doğayı değil, emisyon ticaretini önceliklendirdi.” dedi

Yayınlandı

on

Türkiye’nin ilk “İklim Kanunu” olma niteliğini taşıyan teklif, şubat ayında komisyondan geçerek Meclis’e sunulduktan sonra nisan ayında geri çekilmiş; daha katılımcı ve şeffaf bir sürecin işletileceği vaadi ile yeni kurulacak bir komisyona getirileceği kamuoyuna duyurulmuştu. Ancak toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bu kritik yasal düzenleme süreci için verilen katılımcılık sözü tutulmadı. İklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve konu uzmanları sürece anlamlı bir biçimde dâhil edilmeden teklif, haziran ayında direkt Meclis Genel Kurul gündemine alındı.

2 – 3 Temmuz tarihlerinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen ve kabul edilen kanun, iklim krizine karşı sera gazı azaltım ve uyum politikalarını güçlendirmekten ziyade, temiz havayı alınıp satılabilen bir meta haline getiren Emisyon Ticaret Sistemi’ni (ETS) yasal zemine oturtmayı öncelik haline getirdi. Bu sistemle şirketlere yeni kazanç alanları açılırken, toplumsal adalet ve iklim adaleti hedefleri geri planda bırakıldı.

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, yasanın bir “İklim Kanunu” değil, bir “Emisyon Ticaret Sistemi Kanunu” niteliği taşıdığına işaret ederek, “Toplumun ve doğanın geleceğini ilgilendiren böylesine kritik bir yasanın hazırlık sürecinde, ne yazık ki katılımcı ve şeffaf bir süreç işletilmedi. İklim krizinin olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik bütüncül ve bilim temelli bir çözüm haritası yerine, ekonomik kaygıları önceleyen dar bir çerçeve sunuldu. Sonuç, toplumu ve doğayı değil, emisyon ticaretini önceliklendiren bir yasa oldu.” şeklinde konuştu.

Paris Anlaşması ve Bilimsel Gerçekler Gözetilmedi

Kanunun bu hali ile bilimsel gerçekleri gözetmediğine dikkat çeken Ataç, “Bu yaklaşım, Paris Anlaşması’nın ruhuyla da çelişmektedir. Paris Anlaşması ile belirlenen, küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlandırma hedefi, Türkiye’nin de taraf olduğu en önemli uluslararası taahhütlerden biridir. Ancak, kabul edilen İklim Kanunu’nda bu kritik hedefe açık bir şekilde yer verilmedi; 2053 yılı net sıfır emisyon hedefi dahi bağlayıcı bir hüküm olarak tanımlanmadı.” dedi. Dünya genelinde birçok iklim yasasının, bu tür hedefleri açık, net ve denetlenebilir biçimde içerdiğini, Türkiye’nin İklim Kanunu’nun ise bu yönüyle bilimsel gerçeklerle ve taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla çeliştiğini belirtti.

Fosil Yakıtlardan Çıkış ve Adil Geçiş Yok Sayıldı

Yasanın en çarpıcı eksikliklerinden bir diğeri de fosil yakıtlardan çıkışa dair net bir yol haritası sunulmaması oldu. Oysa insan faaliyetleriyle birlikte olumsuz etkileri gitgide artan iklim krizine karşı etkin mücadele, fosil yakıt kullanımının aşamalı olarak azaltılmasını zorunlu kılıyor.

Ayrıca iklim krizi ile toplumdaki sosyal eşitsizlikler derinleşirken; kadınlar, çocuklar, çiftçiler, emekçiler ve yoksullar gibi en kırılgan grupların korunması hayati önem taşıyor. Ne yazık ki, kanunda bu grupların ihtiyaçlarına yönelik de somut bir güvence bulunmuyor.

Tüm bunların yanında, ETS gelirlerinden sadece yüzde 10’unun kimseyi geride bırakmayacak, başta işçiler, aileleri ve yöre halkını kapsayan adil geçiş uygulamalarına ayrılması ise kanunun yurttaşları değil sermayeyi önceliklendirdiğini açıkça gösteriyor.

Tüm bu düzenlemelerin doğayı ve toplumu korumak için oldukça yetersiz kaldığını vurgulayan Ataç, “İklim krizinin olumsuz etkilerine karşı atılması gereken adımlar, bilimsel gerçeklerle uyumlu ve toplumun tüm kesimlerinin ihtiyaçlarını gözeten bir yaklaşımla şekillenmeli. İklim Kanunu ise fosil yakıtlardan çıkış ve adil geçiş gibi hayati konuları gözetmiyor. Üstelik kanunda tüm bu faaliyetleri izleyecek ve denetleyecek bağımsız bir denetleme kuruluşu da yer almıyor.” şeklinde konuştu.

“İklim Kanunu ile Kaybeden Doğa ve İnsan Oldu”

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, daha yaşanabilir bir gelecek için tüm doğal varlıklarımızın korunmasının ve kamu yararının her şeyin önünde tutulmasının şart olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

“İklim Kanunu ile kaybeden doğa ve insan oldu. TEMA Vakfı olarak bu kanunun, doğayı ve toplumu koruyacak adımlar içermediğini, bilimsel temele dayanmayan, katılımcı olmayan ve toplumsal adalet ilkelerini göz ardı eden bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz. Bu haliyle kanun, Türkiye’nin iklim krizine karşı etkin ve bütüncül bir mücadele yürütmesini engelleme riski taşıyor. Beklentimiz, bu büyük eksiklikleri barındıran kanunun, daha fazla zarara yol açmadan Anayasa Mahkemesi’nden dönmesidir.”

Kaynak: HORECA TREND ve TEMA Vakfı

Tamamını Oku

Çevre

Kuraklığa ve Açlığa Büyük Adım Yasası Genel Kurul’da

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sunulan ve 20 Haziran’da Komisyondan geçen “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, Genel Kurul gündemine geliyor. TEMA Vakfı yaptığı açıklamada doğayı, yaşamı ve ortak geleceğimizi tehdit eden bu teklifin reddedilmesi gerektiğini bir kez daha vurguladı. 

Yayınlandı

on

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, teklifin yalnızca çevresel değil, sosyal ve hukuki açıdan da büyük riskler barındırdığına dikkat çekerek şunları söyledi:

“Maden Kanunu, 4 Haziran 1985 yılında yürürlüğe girdiğinden bu yana 30 kez değiştirildi. Bu değişikliklerin çoğu madencilik faaliyetlerini kolaylaştırırken doğa koruma önlemlerini zayıflattı. 2004’te eklenen maddeler madenciliği büyük ölçüde serbestleştirdi. Örneğin Madde 7’de yapılan değişiklikle ormanlar, milli parklar, özel çevre koruma alanları gibi pek çok bölge madenciliğe açılabilir hâle geldi. Adeta Maden Kanunu, diğer çevre ve doğa koruma kanunlarının üzerinde bir yasa gibi konumlandırıldı. Kanun değişikliklerinin yanında 2009/7 sayılı Başbakanlık Genelgesi ise Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerini zayıflatarak madencilik faaliyetlerinin önünü daha da açtı. Her yeni düzenleme, doğanın ve yaşamın üzerindeki tahribat riskini artırdı. Ancak üzülerek söylüyorum ki, bugüne kadar yapılan hiçbir değişiklik doğal ve kültürel varlıklar üzerinde böylesine büyük bir baskı yaratmamıştı. Bu teklif, doğayı korumayı engel olarak gören bir bakış açısına dayanıyor. Kamu yararını şirket lehine tanımlayan bu yaklaşım, yaşamın kaynağı olan doğal varlıklarımızı korumaktan tamamen uzak.”

Yüz Ölçümünün %93’ü Maden Ruhsatlı Bir Kent Olabilir mi?

TEMA Vakfı’nın 2019 yılından bu yana sürdürdüğü ruhsat haritası çalışmaları kapsamında, 29 ilde IV. Grup (altın, gümüş, kömür, bakır, nikel vb.) maden ruhsatlarının yoğunluğu incelendi. Bu çalışma, söz konusu illerin yüz ölçümünün ortalama %67’sinin bu madenlere ruhsatlandırıldığını ortaya koydu. Gümüşhane’nin %93’ü, Kütahya’nın ise %92’si IV. Grup madencilik ruhsatlarıyla kaplanmış durumda.

Deniz Ataç, bu duruma dikkat çekerek, “Yaptığımız çalışmada sadece IV. Grup maden faaliyetlerine baktık. Bu oranlara kum, mermer, taş ocakları dâhil değil. Bu gruba sadece; metalik madenler, kömür madenleri ve endüstriyel ham maddeler dâhil. Ruhsat verilen bu alanlarda doğa, üretim sürecinden kapatılma sürecine kadar geri dönüşü olmayan şekilde zarar görüyor. Hatta maden kapandıktan, şirket alanı terk ettikten sonra dahi, sahada kalan yığın liç, pasa alanları ve atık barajları tehlikenin on yıllarca devam etmesi anlamına geliyor. Bu nedenle Kurucu Onursal Başkanımız ve Toprak Dedemiz merhum Hayrettin Karaca’nın dediği gibi tekrar ediyoruz: ‘Yaşamak istiyorsan yaşatacaksın.’ Ekosistem bütünlüğü ve yaşamın devamlılığı için doğal ve kültürel alanlarımız madencilik faaliyetlerine kanunla kapatılmalı. Çünkü biliyoruz ki kanun korumazsa maden yaşatmıyor.

“Bu Teklif Doğayı Korumuyor, Onu Yok Sayıyor”

Genel Kurula gelen yasa teklifi; Maden Kanunu’nun yanı sıra Çevre Kanunu, Mera Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu ve Yenilenebilir Enerji Kanunu gibi çok sayıda düzenlemeyi doğrudan etkiliyor. “Ekonomik istikrar” ve “milli çıkar” gerekçesiyle sunulan değişiklikler, doğal varlıklarımız üzerindeki baskıyı artırıyor.

Yasa teklifinin kamu yararı ilkesini zayıflatarak doğa koruma yaklaşımlarını “engel” olarak gördüğünü ve “bu engellerin” kaldırılmasını önerdiğini belirten Ataç, “Bu teklif doğayı korumuyor, onu yok sayıyor. Sunulan düzenlemeler ile ruhsat ve izin süreçleri yatırımcı lehine hızlandırılıyor. Kamu kurumlarının ÇED süreçlerindeki görüş verme süresi 3 ayla sınırlandırılıyor; süre içinde yanıt verilmeyen görüşler otomatik olarak olumlu sayılıyor. Tüm izin ve ruhsat süreçlerinin yönetimi tek bir kurumda, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nde (MAPEG) toplanıyor. Korunan alanlarda madencilik faaliyetlerinin önü açılıyor. ÇED süreçleri ise etkisizleştiriliyor. Bizler toprağı, suyu, ormanı, merayı önceleyen ve koruyan bir kanun talep ederken, bugün konuştuğumuz, cuma günü komisyondan geçen teklif derin bir üzüntü yarattı.  Eğer bu teklif kanunlaşırsa korunan alanların sadece adı “korunan” olarak kalacak. TEMA Vakfı olarak görüşlerimizi defalarca ilettik. Toprağımızı, suyumuzu, ormanımızı, meramızı, zeytinimizi; tüm doğal ve kültürel varlıklarımızı koruyan bir yasal çerçevenin oluşturulması gerektiğini savunuyoruz. Bizler bu yönde çalışmalarımızı sürdürürken yasa teklifinde bu yaklaşımın izine rastlamak ne yazık ki mümkün değil.” şeklinde konuştu.

Su ve Gıda Güvenliği İçin Tehlike Çok Büyük, Yaşamı Savunmalıyız!

Böylesine kritik bir gündemle toplanan TBMM Komisyonu’nda görüşmeler 25,5 saat boyunca aralıksız sürdü ve teklif ne yazık ki komisyonda kabul edildi. Meclis Genel Kurulu’nda bu teklif görüşülecek.

Eğer bu teklif yasalaşırsa doğal ve kültürel varlıklarımız üzerindeki madencilik baskısı artacak, yurttaşın mülkiyet ve katılım hakkı sınırlandırılacak, acele kamulaştırma uygulamaları yaygınlaştırılacak.

Bu düzenlemelerin yalnızca doğa üzerinde değil, birçok alanda tehlike yarattığını söyleyen Deniz Ataç, “Yaşamı savunmalıyız. Bu teklifin yasalaşması aynı zamanda geçimlik tarımla uğraşan çiftçiler, kırsal yaşam, gıda ve su güvenliği açısından da ciddi tehditler barındırıyor. Yasa teklifindeki hükümler, ekosistem bütünlüğünü zedelediği gibi toplumun sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını da tehlikeye atıyor. TEMA Vakfı olarak bir kez daha çağrıda bulunuyoruz; Anayasa’ya ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı bu teklif reddedilmeli; doğal varlıklarımız ve gelecek kuşakların yaşam hakkı korunmalıdır.” dedi.

Kaynak: HORECA TREND ve TEMA Vakfı

Tamamını Oku

Popüler Haberler

Copyright © 2025 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır.
İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.